Alaaddin Köksal
Milli Gazete, 23.07.2005
“Mü’min kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, zinnetlerini (süslerinin takılı olduğu boğaz, baş, gerdan, kol, bacak gibi yerlerini) açarak göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (eller, ayaklar ve yüz) müstesnadır. Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar. (Boyun ve göğüslerini göstermesinler.) (Nur Sûresi, 31)
“Ey Peygamber!.. Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle, (kendilerini baştan aşağı örten) elbiselerinden giyinip örtünsünler. (Ahzap Sûresi, 59)
Bu âyetleri kabul veya red etmek, insanın hür iradesine bırakılmıştır. Kabul edenler Yüce Allah’a iman etmiş Müslümanlardır, red edenler inkârcılardır. Kabul ettiği halde örtünmeyenler günahkâr Müslümanlardandır. Şuurla örtünenler, bu emri ibadet olarak yerine getirerek günahtan sakınmaya çalışan müminlerdendir.
Bu konu üzerinde yıllardan beri uzmanlar, aydınlar, siyasetçiler, bürokratlar, gazeteciler, ilim adamları uzun uzun konuşmuşlar, tartışmışlardı. Milletimiz bu hususta bilgilendirilmiştir.
Dolayısıyla, başörtüsünün bir siyasal simge, bir süs olmadığını, İslâm dininin bir emri olduğunu herkes bilmektedir. Siyasiler bu meseleyi istismar ederek başörtüsüne ve başörtülülere zulmetmeyi bıraksınlar. Başörtülüler Cumhuriyet ve rejim düşmanı değildir.
Bunları Cumhuriyet düşmanı görmek isteyenler veya öyle zannedenlere, Mustafa Kemal Atatürk’ün devrim kanunlarında kadınların kılık kıyafeti ile alâkalı bir icratının olduğunu söyleyebilirler mi? Annesi Zübeyde Hanım, eşleri Latife Hanım başörtülü değiller miydi? İsmet Paşa’nın eşi Mevhibe Hanım da türbanlı değil miydi?
Mevcut Anayasımıza görre de bayanların kılık kıyafetlerini yasaklayan bir madde yoktur. Anayasamızın 10–24–26–42. maddeleri de şöyle der: “Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” “Herkes vicdan, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı hiç kimse kınanamaz ve suçlanamaz.” “Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.” “Kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.”
Aklı başında olan, okuyan, düşünen, iletişim, ulaşım araçları küçülen dünyamızı görmeye, dolaşmaya gayret edenler, genel olarak objektif görüşlü olmalıdırlar. Dünyadaki beşeri dinleri bozulmuş, ilahi dinleri ve kıyamete kadar değişmesi mümkün olmayan, son din olan İslâm ve onun Yüce Kitabı Kur’an-ı Kerim’i tanımayan, bilmeyen, öğrenmeyenler de subjektif görüşlüdürler.
Bir dine inanmak veya inanmamak insanın hür iradesine bırakılmıştır. İnandığı halde gerekli olan ibadetleri yapmaması, nefsinin tesirinden kurtulamadığına işarettir. Doğrulara karşı gelmek, yanlışlara yol vermek ruh, vicdan ve karaktere bağlıdır. Güçlüden korkmak, nefsinin hevasına uymak suretiyle dünyevîlik menfaatlere boyun eğenler subjektif görüşlü oldukları için toplum sözlerine itibar etmez, tarihe de olumlu iz bırakmazlar.
Hem Müslüman olduğumuzu söyleyeceğiz, hem de İslâm’ın emirlerine “çağ dışı” diyeceğiz. Hem tarihi geçmişimizle iftihar edeceğiz, hem de batılı güçlerin haksız dayatmalarına boyun eğeceğiz. Hem Cumhuriyetimize sahip çıkacağız, hem de Cumhuriyetimizin kuruluş ilkelerini unutacağız. Hem Mustafa Kemal Atatürk’e sevgi, saygı, hürmet göstereceğiz, hem de onun söylediklerine muhalif icraatlar yapacağız. Bu gibi anlayışta olanlara, “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” denilir.
Türkiye’de yaşayan yetmiş milyon insanın büyük çoğunluğu içki içmenin, kumar oynamanın, zina yapmanın, faiz almanın, domuz eti yemenin haram ve zararlı olduğunu bildiği halde, hiç ses çıkarmıyor da, sıra başörtüsüne gelince ağzı olan da, olmayan da konuşuyor. Eli kalem tutan da, tutmayan da yazabiliyor.
Başörtüsü Allah’ın emridir, bu görevi yerine getirmeye çalışanlara sadece teşekkür edilir, engel varsa kaldırılır. Cumhuriyet ve rejim düşmanı olarak azarlanmazlar; çağ dışı, yobaz diye dışlanmazlar.
Zinayı suç olmaktan çıkararak Allah indinde nasıl bir bedel ödeyeceklerini düşünebilenler, başörtüsü engelini kaldırmayarak bir başka ağır bedel ödeyeceklerini farkedemiyorlar mı?
Son altmış yıldan beri Türkiye’yi yönetenler, Türk milletine ne verdiklerini düşünebiliyorlar mı? İyilerini tenzih ederek söylüyorum. Atatürk’ün “muassır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmalıyız” sözünü batılılaşma olarak anlayanlar, batının nesini aldıklarını sıralayabilirler mi? Batı’nın teknolojisini alacağına, batının ahlâksızlığını aldığımızı söylersek, ayıp mı etmiş oluruz. Batı gibi üretip batı gibi tüketmeyi öğreneceğimize, sadece batı gibi tüketmeyi öğrendik. Borcumuz gırtlağa dayandı, biz hâlâ başörtüsü ile meşgul oluyoruz. Ayıptır, günahtır!